27 Nisan 2012 Cuma

Dün


Önce "Sevil" girdi içeri... O'nu atlattım profesyonelce ama "Teksin"de takıldım; tökezledim; yavaşladım ve koptum. Dün, utanarak da aslında ağladığımı söylemiştim. Ağlamamaya çalıştığımız zamanda yaşıyoruz. Eskiden ağlamak samimiyetle eş değer bulunurken, şimdilerde "ağlak" sıfatıyla bütünleşmiş durumda malum. Erasmus sınavında görevliydim dün sabah. T. Hoca'yla basık; pis kokulu ve karanlık bir dersliğe girdik. "Haydi T. Hoca yorulmasın, ben konuşayım," iyi niyetiyle yerimi aldım sınavda. Mülakat bu tabii, en mantıksız soruları en mantıklı "havayla" sormak gerekiyor. Taşıdığınız ciddiyetin, önce sınavın sonra da asıl mesele olan üniversitenin ciddiyetini yansıttığı bilincini kaybetmemeniz gerekiyor. Elimden geldiği kadar sınavda karşımıza çıkan çocuklara karşı empati geliştirmemeye çalışacaktım/k özetle.
Birbirinden hevesli çocuklar girdi odaya ikili gruplar halinde. Birkaç tanesi eski öğrencimdi ve tabii beni karşılarında görünce çok sevindiler. Anne-çocuk değilse de abla-kardeş ilişkisine dönüşüyor öyle anlarda sınav ortamı ama puan vermeye gelince olay, adaletli davranmaya özen gösteriyorum ben.. eski öğrencilerim bunu bilmeseler de.
Netice: İyi olan çocuklara hakları olan tam puanları verdik-ki hiçbirinin adını anımsamıyorum. Pardon, biri eski öğrencimdi.. o hariç.. ki hak etmişti cidden de.
"Sevil" le, "Teksin"i hatırlıyorum sadece ve sanırım hep de hatırlayacağım. En azından bu yazıyı yazdığım için..
..
İçeri bir kız/kadın girdi. Bileğinde bir dövme ama seçemiyorum şeklini. Beyaz tayt giymiş; yeşil-mavi bir tişört üstüne de. Ve tuhaf bir makyaj yüzünde. Evet, yüzüne odaklanıyorum. Güzel desem değil, çirkin hiç değil. Kime göre güzel kime göre çirkin:) Ayrı mesele. Sınava birlikte girdiği kız döktürüyor. Alt yapısı güçlü bir şarkı sanki söylediklerinin bütünü. Bütünlük içinde kız... Alabileceği en yüksek not neyse alıyor o kız.
Sıra "Sevil"e geliyor.
"Adın neydi? Kader mi diyeyim sana yoksa ...?" diye başlıyorum söze iki isimli olmasından dolayı.
"Hayır, hayır 'Sevil' deyin bana," diyor.
"Kader... biraz sanki 'üzücü' hem değil mi?" diyorum.. amacım devam ettirmek konuşmayı en doğal şekliyle. (Bazen insan ne salak şekilde davranıyor... şimdi düşündüğümde söylediğimi, tüm söylediklerim anlamsız sesler çıkarıyor içimde.. gürültüden ibaret..)
Basmakalıp sorularla devam ediyorum. "Sevil" de devam ediyor yanıtlamaya; İspanya'ya gitmek istiyor çünkü; çok istiyor. Diğer kızla kıyaslanmayacak kadar bütün'den uzak; paramparça cümleleri ama o kadar istekli bir çabayla birleştirmeye çalışıyor ki ağzından çıkanları...
"Ortaköy'de yaşıyorum." diyor. "Ailenle mi?" diye açmaya çalışıyorum ilk sorduğum, nerede yaşıyorsun sorusunu. "Hayır, onlar uyuyor,"diyor "Sevil".
Uyumak ölmekten iyi midir, bilmiyorum ama ben anlıyorum dediğini. Yanlış anlamıyorum. ölmüşler. Kızlarına da, "Kader" ve "Sevil" adlı iki isim bırakmışlar. Kader... ama gene de Sevil.. sen .. demişler. Belki de sev de demişlerdir.. ama sadece sevildikçe.
"Olsun, sen güçlüsün, hem çalışıyorsun hem okuyorsun, bu güzel bir şey, "diyorum. "Kitap da okuyor musun?"
"Okumaz mıyım? Bakın..." diyor. Çantasını açıyor telaşla; T. Hoca gülüyor telaşına "Sevil"in...
Utandırmamak için kızcağızı/kadını, ilgilendiğimi açıkça ortaya koyuyorum. Kitabı elime almasam da siyasi bir kitap olduğunu gördüğümü vurguluyorum.
"Neden gitmek istiyorsun İspanya'ya?"
"İyi olmadığımı biliyorum ve oraya gidersem, çok şey alacağımı da biliyorum. Gitmek istiyorum ben, "diyor. "Biliyorum yeterince iyi değilim ama gidersem çok şey öğreneceğim.. öğrenmek istiyorum ben.."
....
"Sevil" en çok gitmek isteyenlerden biriydi. Sınava birlikte girdiği, bütünlüğü doğuştan gelen kızla dışarı çıktıklarında, T Hoca'ya dönüyorum: "N'apacağız hocam, ne vereceğiz?" diye soruyorum. "Çok gayretliydi.. ama.." diyor T Hoca.
Ortalarda bir notla uğurluyoruz "Sevil"i. Hala şansının olacağı bir notla veda ediyoruz O'na. Kadere bırakıyoruz Sevil'i:)
...
Ve "Teksin".. Sınav bitmek üzereyken giriyor dersliğe. Nefes nefese...
Nefes nefese kaldım yazarken. En çok etkileyen "Teksin" oldu beni. Belki "Sevil'in" parça parça etkisine son noktayı koyduğu için.
Hikayenin farkı yoktu. Anne yok, baba yok. Dedeleriyle kurduğu bir yaşamın içindeydi "Teksin".
Bana dokunan ve "Sevil"den O'nu ayıran, tüm bunları anlatışındaki doğallığıydı. O doğallıkta gene hepimizde olandaydı; yüzünde. Çok güzel bir gülümsemesi vardı çocuğun. Hafif çekik gözlüydü. Çok mu istiyordu İspanya'ya gitmeyi? Pek belli etmedi. Daha çok sınava birlikte girdiği arkadaşından ayrılmamak çabası idi bana yansıyan. O'na da en baştan "Teksin" demişler işte.. ama aferin tekken de çok güzeldi O. Hiç tek oluşunun farkında değildi. Ya da çok farkında. Gene iki zıt tanım yan yana durdular kafamda.
....
Onlar da çıktı derslikten. T. Hoca'yla yalnız kaldık ve benle.. yani benim yüzümden aşağı dört nala akanlarla... "Sana bırakıyorum bu kez, istediğin puanı ver," dedi T hoca.
.....
Elim kalem üzerinde gezindi. Hakkı neyse onu verdim.. ama biliyorum ki "Teksin" de gidemeyecek İspanya'ya.. Zaten çok da istekli değildi.. Herkes gibi sınava girdi, işte:) Önemli olan orada bulunmasıydı tek olarak:)
.....
Bana kalan bir şey oldu dünden, buna sevindim de ağladım. Tek olalım sevilelim... sevmeyi de unutmadan... diye de bitebilirdi yazı.
Ama öyle olmayacak: "Açım ben açım," diyeceğim.. Ah yaz ah ekstradan taşıdığım kalan 6 kilo..
Hayat böyle işte.. Hayat, hep kendine dönüşündür. Döndüm.

3 yorum:

Kızıl dedi ki...

senin dönüşlerin, benim dönüşlerim gibi nedense. kendine dönmek ne güzelmiş değil mi?

sevil kader ve teksin beni de başka alemlere götürdüler. çok farkı bir durumda değilim aslında...... bazı konularda. ama beni onlardan ayıran en önemli detay, tek olmadığım. tuhaf!

Karōshi dedi ki...

evet bazen tek olsak da değiliz.. muah!

Karōshi dedi ki...

evet bazen tek olsak da değiliz.. muah!