20 Mart 2015 Cuma

Mutfakta oturuyorum. Televizyonda bir dizi var; onlar ağlarken ağlarım belki diyorum. Olmuyor. Benim dizlerimi döverek ağlamam lazım: Babam babam diye. Yaşadığım şeyi kalbimin çok kırılmış olduğundakine benzetiyorum. Benzetmelerle belki çözülürüm diyorum. Çözülmeden duracak, çok eminim. Herkes kendi gününe döndü ve herkesin kendi gününü yaşamasına izin veriyorum. Sabahları çok iyi uyanıyorum ama sonra hemen uyuyorum. Tüm gün uyuyorum, işimi yaparken -ki çok çok iyi yapıyorum ARTIK işimi- dışarıda binlerce kez yazılarımda adı geçen o köşede kahve içerken, çok çok güzel sohbet ederken hep uyuyorum. Çoğu zaman da aklıma gelmiyor babam. Öyle bir savunuyor ki beynim içimdekine karşı benliğimi. Biz ne ilkiz ne de son, diyor diyor diyor da diyor. Bu akşam kalbim ağrıyor. Elimle dokundum kalbimin üstüne ve elime geldi acım. Sonra kaydı gitti gene bir boşluğa. Çok acı ve çok yazık. Ne bana ne de bize bu acı ve bu yazık. Sana baba, sana ne acı oldu ne yazık. Kuşlarını beslemiyoruz artık. Maydanozlar ve yeşil soğanlar ne durumda biliyoruz ama bir şey de yapmıyoruz. Eve gelip soruyorum: Anne, babam geldi mi? Gelmedi değil mi gene? Annem: Gelmedi diyor, ağıt yakası geliyor ama o da yarım kalıyor. Kardeşim arıyor: Abla, babam geldi mi, gelmedi değil mi? Gelmedi, gelmiyor diyorum. Suzi ağlıyor, bana söz vermişti gitmeyecekti diye, bana en güzel O sarılıyordu çünkü kocamandı diye. Hiç gitmek istemedi her giden gibi. Ama gitti. Her gidene olduğu gibi oldu: Çok acı ve çok yazık.
Mutfakta oturuyorum yazları yalnız yaşarken yaptığım gibi. Oysa yazda değiliz. Babam olsaydı, çatıdaki odamda olurdum, rahat sigara içebilmek için. Şimdi çok rahat sigara içiyorum, mutfakta. Kaskatıyım.