30 Nisan 2012 Pazartesi

1 Mayıs


1 Mayıs-dizi dizi- "aşağı" denenden yukarıya kutlu olsun. Farkında olduğumuz her neyse bugüne dair... umarım çoğalır, bir "yere" gider. Bir şeyi değiştirir. Çalgılı ve şarkılısından.. "sözlü/yazılı" ve "gerçek eylemlisine" kutlu olsun. Emek, yabancılaşmasın emekçiye. Birileri sussun. Çoğalan birileri konuşma ihtiyacını bile duymasın.*
*Dilekler, gerçekte var olmayanı ne iyi yansıtıyor.Yok olan için tüm dilekler. Öyle dileniyorlar.
Birine ve bir şeye emeği olan herkes için.. Mustafa ve "abla" diye adlandırdığım herkes için.

Ve:
"..ürkütüyorsun beni hayat,
sert kapanmış bir kapı gibi." (Esra Balaban; okuyun.. )

28 Nisan 2012 Cumartesi

27 Nisan 2012 Cuma

Dün


Önce "Sevil" girdi içeri... O'nu atlattım profesyonelce ama "Teksin"de takıldım; tökezledim; yavaşladım ve koptum. Dün, utanarak da aslında ağladığımı söylemiştim. Ağlamamaya çalıştığımız zamanda yaşıyoruz. Eskiden ağlamak samimiyetle eş değer bulunurken, şimdilerde "ağlak" sıfatıyla bütünleşmiş durumda malum. Erasmus sınavında görevliydim dün sabah. T. Hoca'yla basık; pis kokulu ve karanlık bir dersliğe girdik. "Haydi T. Hoca yorulmasın, ben konuşayım," iyi niyetiyle yerimi aldım sınavda. Mülakat bu tabii, en mantıksız soruları en mantıklı "havayla" sormak gerekiyor. Taşıdığınız ciddiyetin, önce sınavın sonra da asıl mesele olan üniversitenin ciddiyetini yansıttığı bilincini kaybetmemeniz gerekiyor. Elimden geldiği kadar sınavda karşımıza çıkan çocuklara karşı empati geliştirmemeye çalışacaktım/k özetle.
Birbirinden hevesli çocuklar girdi odaya ikili gruplar halinde. Birkaç tanesi eski öğrencimdi ve tabii beni karşılarında görünce çok sevindiler. Anne-çocuk değilse de abla-kardeş ilişkisine dönüşüyor öyle anlarda sınav ortamı ama puan vermeye gelince olay, adaletli davranmaya özen gösteriyorum ben.. eski öğrencilerim bunu bilmeseler de.
Netice: İyi olan çocuklara hakları olan tam puanları verdik-ki hiçbirinin adını anımsamıyorum. Pardon, biri eski öğrencimdi.. o hariç.. ki hak etmişti cidden de.
"Sevil" le, "Teksin"i hatırlıyorum sadece ve sanırım hep de hatırlayacağım. En azından bu yazıyı yazdığım için..
..
İçeri bir kız/kadın girdi. Bileğinde bir dövme ama seçemiyorum şeklini. Beyaz tayt giymiş; yeşil-mavi bir tişört üstüne de. Ve tuhaf bir makyaj yüzünde. Evet, yüzüne odaklanıyorum. Güzel desem değil, çirkin hiç değil. Kime göre güzel kime göre çirkin:) Ayrı mesele. Sınava birlikte girdiği kız döktürüyor. Alt yapısı güçlü bir şarkı sanki söylediklerinin bütünü. Bütünlük içinde kız... Alabileceği en yüksek not neyse alıyor o kız.
Sıra "Sevil"e geliyor.
"Adın neydi? Kader mi diyeyim sana yoksa ...?" diye başlıyorum söze iki isimli olmasından dolayı.
"Hayır, hayır 'Sevil' deyin bana," diyor.
"Kader... biraz sanki 'üzücü' hem değil mi?" diyorum.. amacım devam ettirmek konuşmayı en doğal şekliyle. (Bazen insan ne salak şekilde davranıyor... şimdi düşündüğümde söylediğimi, tüm söylediklerim anlamsız sesler çıkarıyor içimde.. gürültüden ibaret..)
Basmakalıp sorularla devam ediyorum. "Sevil" de devam ediyor yanıtlamaya; İspanya'ya gitmek istiyor çünkü; çok istiyor. Diğer kızla kıyaslanmayacak kadar bütün'den uzak; paramparça cümleleri ama o kadar istekli bir çabayla birleştirmeye çalışıyor ki ağzından çıkanları...
"Ortaköy'de yaşıyorum." diyor. "Ailenle mi?" diye açmaya çalışıyorum ilk sorduğum, nerede yaşıyorsun sorusunu. "Hayır, onlar uyuyor,"diyor "Sevil".
Uyumak ölmekten iyi midir, bilmiyorum ama ben anlıyorum dediğini. Yanlış anlamıyorum. ölmüşler. Kızlarına da, "Kader" ve "Sevil" adlı iki isim bırakmışlar. Kader... ama gene de Sevil.. sen .. demişler. Belki de sev de demişlerdir.. ama sadece sevildikçe.
"Olsun, sen güçlüsün, hem çalışıyorsun hem okuyorsun, bu güzel bir şey, "diyorum. "Kitap da okuyor musun?"
"Okumaz mıyım? Bakın..." diyor. Çantasını açıyor telaşla; T. Hoca gülüyor telaşına "Sevil"in...
Utandırmamak için kızcağızı/kadını, ilgilendiğimi açıkça ortaya koyuyorum. Kitabı elime almasam da siyasi bir kitap olduğunu gördüğümü vurguluyorum.
"Neden gitmek istiyorsun İspanya'ya?"
"İyi olmadığımı biliyorum ve oraya gidersem, çok şey alacağımı da biliyorum. Gitmek istiyorum ben, "diyor. "Biliyorum yeterince iyi değilim ama gidersem çok şey öğreneceğim.. öğrenmek istiyorum ben.."
....
"Sevil" en çok gitmek isteyenlerden biriydi. Sınava birlikte girdiği, bütünlüğü doğuştan gelen kızla dışarı çıktıklarında, T Hoca'ya dönüyorum: "N'apacağız hocam, ne vereceğiz?" diye soruyorum. "Çok gayretliydi.. ama.." diyor T Hoca.
Ortalarda bir notla uğurluyoruz "Sevil"i. Hala şansının olacağı bir notla veda ediyoruz O'na. Kadere bırakıyoruz Sevil'i:)
...
Ve "Teksin".. Sınav bitmek üzereyken giriyor dersliğe. Nefes nefese...
Nefes nefese kaldım yazarken. En çok etkileyen "Teksin" oldu beni. Belki "Sevil'in" parça parça etkisine son noktayı koyduğu için.
Hikayenin farkı yoktu. Anne yok, baba yok. Dedeleriyle kurduğu bir yaşamın içindeydi "Teksin".
Bana dokunan ve "Sevil"den O'nu ayıran, tüm bunları anlatışındaki doğallığıydı. O doğallıkta gene hepimizde olandaydı; yüzünde. Çok güzel bir gülümsemesi vardı çocuğun. Hafif çekik gözlüydü. Çok mu istiyordu İspanya'ya gitmeyi? Pek belli etmedi. Daha çok sınava birlikte girdiği arkadaşından ayrılmamak çabası idi bana yansıyan. O'na da en baştan "Teksin" demişler işte.. ama aferin tekken de çok güzeldi O. Hiç tek oluşunun farkında değildi. Ya da çok farkında. Gene iki zıt tanım yan yana durdular kafamda.
....
Onlar da çıktı derslikten. T. Hoca'yla yalnız kaldık ve benle.. yani benim yüzümden aşağı dört nala akanlarla... "Sana bırakıyorum bu kez, istediğin puanı ver," dedi T hoca.
.....
Elim kalem üzerinde gezindi. Hakkı neyse onu verdim.. ama biliyorum ki "Teksin" de gidemeyecek İspanya'ya.. Zaten çok da istekli değildi.. Herkes gibi sınava girdi, işte:) Önemli olan orada bulunmasıydı tek olarak:)
.....
Bana kalan bir şey oldu dünden, buna sevindim de ağladım. Tek olalım sevilelim... sevmeyi de unutmadan... diye de bitebilirdi yazı.
Ama öyle olmayacak: "Açım ben açım," diyeceğim.. Ah yaz ah ekstradan taşıdığım kalan 6 kilo..
Hayat böyle işte.. Hayat, hep kendine dönüşündür. Döndüm.

26 Nisan 2012 Perşembe

Özel bir gün..

Ben ağladım. Bugün kızımın doğum günü dolayısıyla.........
Dokunsalar ağlayacaktım; dokundular ağladım.
Buralara geldim. Yazmayı özledim.
Keşke ekrana elimde kalemle yazabilseydim.
E, onu yapabiliyoruz teknoloji ile, tamam, ama ben gerçek kalemle ekrana yazabilmek isterdim ve kendi blogumun içinde yürümek isterdim.
Acıdan ağlamadım bugün; başka şeyden. İnsanlıktan ağladım.
Uzun zamandır; belki aylardır gözümden yaş gelmemişti.
Anlatırım bu akşam-bir ara- ama şimdi çıkmam lazım.
İnsanlıktan/insan olmaktan (dolayı) ağladım.
Sevinmeli miyim? En güzeli, eve gidip kızımı öpmeliyim.
P.S. Eksi 8 deyim.