26 Haziran 2012 Salı

OTOBÜS

Bazen tek bir cümle yetiyor: "Otobüsler gitmeli." Böyle bir cümlenin içinde, gitme ihtimali vardır. O otobüsün içinde gidebilme ihtimali de. O zaman bu olasılığı ne yapmalı? Ne yapmalı gitmeleri? Gitmek gitmek diye yazılanlar var, gitmek şöyledir, gitmek yok "şöyle" değildir böyledir. "Böyle" de değildir, öyledir. Herkesin (blog aleminin minimalde) hayali gitmek. Kimse gelmeyi istemiyor; herkes gitmek istiyor. Gelmeyi de istesen gitmeyi de "kalıyorsun". Ben gitsem mesela... gene ben olurum. O yüzden kalıyorum. Geleyim mi demiyorum kimseye?*
*Hiç demedim.
"Sen gel.." dedim çokça.
Ama biri çıkar ve "Otobüsler gitmeli,"der. Nasıl bir andır ki bu-o otobüsün içinde gidebildiğimi hayal edebiliyorum.Uçak çok çabuk; onla olmaz. Tren çok romantik; asla gerçek olmaz. Giden bir otobüs... Gitmeye "kalkmış" bir otobüs... hayatımıza en yakın olan... ve hazıra konmuş; giden otobüsün içinde kendini hayal edebildiği için sevinen kaçak yolcu ben. Ve öyle bir yolcu ki "giderken" aslında kendini "geliyor" sanan ben. Gelmeye uyuyan ben. Otobüste uyumak güzeldir. Hep geldik mi (?) hissini taşırsınız. Hııı geldik mi? Sağol Cem. Geldik mi Cem?

25 Haziran 2012 Pazartesi

Sürgün Başlar.. Yangın başlar..

Son Bir Aşk Gibi.

Çok yıllar önce çok yakından da olmasa tanımıştım seni. Yolum bir şekilde yakınından geçmişti. P. ile ilk sevgili olduğumuz zamanlarda dinlemeye gelirdik sizi. Siz P. ile ayak üstü sohbetler ederdiniz. Yıllar geçti şimdi. Eski Beyoğlu günlerine doğru bir bakış atıyorum.. geçmiş zaman.. P. de yok sen de. Üç yıl arayla -benzer nedenlerle- gitmişsiniz. Gözümün önünde şimdi o mekan: Sen sahnedesin, P. de sahne önünde. Acaba ne konuşuyorsunuz? Senin yaşını dört geçtim, P'nin yaşına henüz yedi var. Ne zaman seni ansam O da var o özdeş hissin içinde. Anneannemin ölen bebeğine ağlayamayıp da ölen civcivine ağladığı gibi... mi şu an içimde birikenler.. sanırım öyle. Sessiz bir odada, bir ölü kadın, iki genç adamız şimdi.

Düşlüyorum bu kenti
Son bir aşk gibi.

Düşlüyorum bu kenti... son bir aşk gibi.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Cumartesi

Sabah erken uyandım; güneş odaya dolmuş haydi kalk diyor. Güneşten rahatsız oldum; o nasıl karar verebilir benim güne başlayıp başlamayacağıma (!). Kalktım oda değiştirdim. Başka bir yatakta uyumaya devam ettim. Pencere sonuna dek açık.. uyumuşum. İkinci seansını da tamamladım uykumun. Sonra zaman geçmiş; uyandım. Hala sabahın ilk saatleri idi. Yeniden oda değiştirdim; kendi odama döndüm. Güneş yüzünü başka yöne çevirmiş; benim odamda serin serin bir rüzgar. Bu kez "şımarıkça" uykuya daldım. Hiç niyetim yoktu uyanmaya, evet. Uyumuşum... uyumuşum. Telefonuma mesaj düştü. Saat 12.38. Bir mesaj daha geldi; onu da yanıtladım. Uyudum.. Saatler sonra bu kez çaldı telefonum. Açtım. Arkadaşım bana geleceğini söyledi. Sevindim, gelsin istedim. Telefonu kapadım, yataktan fırladım. Ortalığı topladım. Banyoya gittim. Yüzüm şişmiş. Yüzümü yıkadım. Mutfağa geçtiğimde kapı zili çalındı. Ne de çabuk gelmişti P.
Açtım kapıyı.. "oooo oooooo" P. nin elinde biralar. Bu kız öyle içen bir kız değildir de-ki gündüz içsin. Derdini de alıp gelmiş demek ki bana. Ben Türk kahvesi yaptım; o ilk birasını açtı. Ben kahveyi beğenmedim; döktüm. Nescafe yaptım; O ikinci birasını açtı. O içti.. ben içtim. Anlattıklarını dinledim. O ağladı; ben dinledim. Bir bira da ben açayım bari dedim. Kızdı: "Hayır onlar benim biram, bitmesin!" Güldüm. Oturdum yerime. "Taksim'e gidelim, "dedi. "İyi gidelim, "dedim. Akşam misafirim olacak arkadaşıma mesaj attım: "Taksim'e mi gitsek?" Yanıtını tahmin ediyordum: "Bugün kandil ya... ben kandilde alkol almıyorum canım." "Tamam canım, " diye yanıtladım. P. içip ben içmeden kopmuşum. "Annemleri arayayım kandillerini kutlayayım," dedim. Güldük P.'yle. Aradım, babam çıktı. Benden bunu beklemediği için pek mutlu oldu. "Sağol kızım, "dedi bana. Dedemi istedim telefona, sonra annemi. Hepsini sevindirdim....P. ile çok güldük masada duran biralara bakarak. P. gibi aslında inançlı birinin içiyor olması... benim olmamam. Hayat bazen inançlarını alıp götürüyor insanın elinden. Bugün öyle bir gündü. Kandil kutlaması yaptım ben:) P. de içti:)

10 Haziran 2012 Pazar

6 Haziran 2012 Çarşamba

Uçarım diye belki..

yürürken kollarımı iki yana açtım
uçarım belki diye tesadüfen
.*

Esra Balaban (Çok başka yazan kadın)

*Orijinalinden alıntıdır bu nokta. Satır sonunda değil; satır altında.

Başladı yağmur..

Başlamadı mı....?

"Millions long for immortality who don't know what to do with themselves on a rainy Sunday afternoon./ Yağmurlu bir pazar günü öğleden sonra ne yapacaklarını bilmeyen milyonlar, bir de ölümsüzlük isterler," demiş Susan Ertz.
"With themselves" ifadesini atlamış çeviren. Çok gerekli mi bilmiyorum ama sorun kendinle ne yapacağını bilmemek. Bunu bilmemek için de ne yağmurun yağması; ne öğleden sonra olması ne de o öğleden sonranın Pazara denk gelmesi gerekiyor. Ölümlülük de zaten o bilmemeye eşdeğer değil midir? Öyle yoruldum ki "değil mi?" ile biten cümlelerimden.
Bu akşam eve gittiğimde "ben" olacak yalnızca. Evde tek başına olduğum yazların ilk akşamını yaşayacağım. Dolayısıyla, "benle" ne yapacağım konusunda biraz düşünmem lazım. Bunu yapabileceğim iki saat olacak elimde; E-5 trafiği - bu kez- bana zaman kazandıracak. Yukarıda alıntıladığım cümleyi içeren kitaba devam edeceğim bu iki saatte, o kitap yeniden beni bir noktadan diğerine taşıyacak. Düşünceden-düşünceye akarken, E-5 trafiği aksi bir şekilde "duracak". Ama benim kazanacağım ne çok şey var akmayan o yolda.
Okuduğum kitabı geçen gün birlikte çalıştığım genç bir arkadaşım verdi. Final günüydü sanırım; ben stres içinde kulaç atmaya çalışıyordum. Boğulmamak için. Kimseye de imdat çağrısı yapmamıştım ama G., ben "koridorda ne okusam acaba" diye kendi kendime söylenirken; daha doğrusu "kendi kendime" söylendiğimi sanırken, "Hocam, sizi mutlu edecek bir kitap var bende; onu okumak ister misiniz," dedi. G. gözlemciymiş-yeni yeni tanıyoruz birbirimizi ama kocaman mavi gözleri boşuna kocaman değilmiş:)
O günüm bu kitabı okuyarak geçti, sonraki günlerim de.. ve bugün o kitap bitecek biliyorum-yolda bitecek.
..
Anahtarla, kapılarını açacağım. Önce apartman kapısı; sonra dairemizin kapısına ulaşmaya engel demir parmaklıklı dış kapı; ve en sonra dairemizin kapısını. Yağmur yağacak diyorlar. Ben kendimle ne yapacağımı biliyor olacağım- başladığında yağmur. Başlarsa yağmur. Başlasın yağmur. Başlamalı yağmur....
Ölümsüzlük de istemiyorum... Başlamadı mı-hala- yağmur?

2 Haziran 2012 Cumartesi

Kemal Bey



"Aklım başında değil ki sebebini bilmiyorum. Bize nazar değdi inan adım gibi biliyorum.." Bu şarkının sözlerini ne zaman duysam Kemal Bey'i hatırlarım. Kemal Bey, yeşil gözleri-bir zamanlar çok can yakmıştır dediğim- yorgun yüzü; uzamış sakalına ve çift küpesine tezat taşımakta kararlı olduğu kravat* ile her sabah minibüs beklediğim caddede benimle minibüs bekleyen adamın adıdır. Adını ben koydum o adamın. Kravatsız bir Kemal Bey düşünemem; kravatlı o adamı da Kemal adı olmaksızın düşünemem-düşünemedim. Minibüs beklerken-sabahın o kör saatinde- hep o şarkıyı mırıldanırdı: "Aklım başımda değil ki sebebini bilmiyorum. Bize nazar değdi inan adım gibi biliyorum." Yoksa "sebebini biliyorum" mu diyordu şarkıda. Her ne olursa olsun, eminim, Kemal Bey, "sebebini bilmiyorum" diyordu.
Bazı şarkılar vardır, söylediğinizi fark etmeden söylersiniz; aynen bir tekerleme gibi dilinizde yuvarlanır durur. Dilinizde dönüp duran bu sözleri ilk duyanlar tekerleme tadını almazlar asla. "Demek ki çok sevdiği bir şarkı bu", derler. Biraz da içlenip "ah" çekiyorsanız şarkının peşi sıra, "Anısı var belli ki," de derler.
Kemal Bey'den bu şarkıyı ilk duyduğum zaman, ben de anısı var bu şarkının diye düşündüm. Yan yana beklerken minibüsü, duymamış gibi yaptım Kemal Bey'i. Rahatı bozulmasın, utanmasın hani "çıkıverdiyse ağzından" birden bire şarkının ilk dizeleri diye.. sağırı oynadım. Ben de aynını zaman zaman yapmıyor muydum sanki? Benim şarkım da "Başka türlü bir şey benim istediğim.." di. Gerisini şimdi sorsanız-ne zaman sorarsanız sorun- getiremem.
Bilinçaltı diyorum benim "başka türlüme" ben.
Kemal Bey'inki neydi acaba?
Neydi diyorum çünkü artık Kemal Bey'le beklemiyorum minibüsü. İlk göremediğim sabah O'nu, ya ben erken çıktım evden ya da O geç kaldı dedim. Sonraki günlerde de karşılamadığımda ise, başına bir şey mi geldi acaba diye "hafiften" kaygılandım.
Şimdi ise alıştım. Ne güzel yan yana duruyorduk. Kemal Bey'cim şarkısını söylüyordu; ben de duymazdan geliyordum. Aramızda kurduğumuz iletişim bu değil de şu olsaydı:
"Aklım başımda değil ki sebebini bilmiyorum. Bize nazar değdi inan, adım gibi biliyorum."
"Ne güzel, her sabah sizden bunu duyuyor olmak. Sabahımın seremonisi oldunuz."
... şimdi ben Kemal Bey'in aslında Kemal Bey olmadığını, hatta "bey" de olmadığını öğrenmiş olacaktım. Büyü bozulacaktı; hikaye de peşi sıra.
Girmediğimiz-alışılmış- iletişim kanalları, bazen karşımızdaki insanla, yalnızca kendi seçtiğimiz kanallar üzerinden "çok da özel" bir iletişime girdiğimizin kanıtı olabiliyor.
Benim bugün hatırladığım bir Kemal Bey'im varsa, sebebi de bu özel iletişimdir.
..
Kemal Bey'le neden bir kez daha en azından karşılaşamadım? Mesai saatleri değişmiştir sözünü söylemek istemiyorum. Kemal Bey'in daha özel bir hikayesi olsun istiyorum. O şarkının ve o sabahların hatırına: "Başka türlü bir şey benim istediğim..."
*Kararlılık değil de zorunluluk da olabilir. Bilemiyorum.

Hala...

1 Haziran 2012 Cuma

Aynadaki Aksim'e benden ve benden de O'na gitti.

Klişe (Eski Yazılardan-6 Ocak 2010)

"Sanırım anne-babadan kalma bir şey bu."
"Anne-babadan kalan?"
"İlişkileri yürütememe."
"Öyle düşünme, lütfen."

Öyle düşünme desem de C.'ye.. aslında benim de düşündüğümü düşünüyordu genç adam. Anne ve babasının ayrılık hikayesini şimdi kendi ayrılığını yaşarken aklına getirmesi yeterince açıklayıcı değil miydi? Büyük bir genellemenin karanlığında yolunu bulmaya çalışırken C., O'na kendini meşgul etmesini öğütledim. Sözde bir yetişkin olarak teselliden çok öğüde çalıştı aklım.

"Meşgale demişken hocam.. İşaret dilini öğreneceğim, "diye karşılık verdi benim öğüdüme. Nedenini sordum. Bana "Başka Dilde Aşk" filminden bahsetti:) Mutlaka izlemeliymişim. Tamam, dedim izlerim. Başka dilde aşk yaşamak istiyordu demek ki C. Bozmadım. Bıraktım kendi haline. Başka dilde aşk meşk olmaz C'cim demedim O'na. Çok bilmişlik ve görmüşlük yapmanın zamanı değildi.

C. , şu vakitler ayrıldığı kız arkadaşını başka bir dilde sevseydi acaba ne değişirdi sorusunu soruyor olmalı. Eski sevgilisiyle arasındaki dilin, diğer insanlarlarla arasındaki dilden çok da farklı bir dil olamayacağını ve olmaması gerektiğini bir gün anlayacaktır. Bir dilin ömrü, o dili kullananların ömrüyle sınırlıdır sadece. Aşk dilinin var olduğunu kabul ettik diyelim.. çoğu zaman diyalog gibi gözükse de monologtan ibarettir. Yan yana durduklarında, göz göze baktıklarında, karşılıklı sözcükleri birleştirip cümleleri atıp tuttuklarında diyalog sandıkları şeyin, monolog olduğunu tek başına kaldıklarında, uzaklara daldıklarında ve aynı sözcükleri ve cümleleri duvarlara pasladıklarında anlarlar aşk dilbilimcileri. Mesaj aynı mesajtır ama ne monologta ne de diyalogta alıcısı vardır. Alıcısı varsa dahi mesaj alıcının antenlerinden geçerken çooooook değişmiştir.

İki klişe sözcükten -diyalog ve monolog-ibaret klişe yazımı bitirirken yarın yepyeni (yani eski ve püskü) ne klişelerim olacak kim bilir demek istiyorum. Diyorum. Diyorum ve gecenin son sigarasını yakıyorum.
Fon müziği: BİR KULUNU ÇOK SEVDİM... :P

Gün

Bugün finali yaptık. Yaz bizim için de öğrencilerimiz için de başladı. Öğleden sonraki sınavın son bölümünde koridorda görevliydim. Bir an önce bitsin de sınava, yaza girelim diye bir ileri bir geri dolaşırken, sınıflardan birinden çıkan arkadaşım, elinde bir kopya kağıdı ile çıkageldi. Üzerinde düşünmeden, kağıdı alıp, o an yakın bir sınıfta kopya çekilmesini önlemeye çalışan (içerideki iki hocaya rağmen) üstüme götürdüm-ki üstüm dediğim arkadaş biraz önce de kopyanın yakalandığı sınıftaydı. Beklenmedik bir hareketle üstüm, kopya kağıdını alıp o sınıfa yöneldi. Ben de peşinde.. Kopya çeken kıza yaklaştı; kağıdını çekip aldı ve "Disipline gideceksin," dedi.
Evet, her şey, "elden ele" aktarılarak, bir anda olup bitti.
Kız(cağız) kağıdı verdi; yüzümüze bakmadan, koridor boyunca yürüdü; tuvalete girdi.
Gerisini izlemedim.
Böyle olacağını bilsem-ki bu aslında izlenmesi gereken prosedürdür- ne yapardım?
Okuldan çıkarken, kopya kağıdını yakalayan arkadaşımı gördüm. Çok üzgündü. O yakalamıştı, ben de ani bir hareketle kız(cağızın) başını yakmıştım. Üstümüzün, olayı kapatacağını da sanmıştık muhtemelen ikimiz de. Ya da bilemiyorum ne olmuştu tam olarak.
Kopya ile öğrenciyi yakalamamak için elimizden geleni yaparken, kopya ile yakalanan o kızın hiç mi suçu yoktu ki? Kader dedikleri şey mi oldu ya da?
Şimdi ne olacak? Bilmiyorum. Umarım kader belki de dediğim şey, sonrasında başka kötü şeyleri getirmez.
Her sınavda bana böyle bir vaka gelmesin diyorum. Bu kez geldi. Neden öyle otomatik davranışa geçtim? Sebebi var aslında ama.. olan oldu.
Tuvalette ağladı mı acaba:( Kader dedikleri şey, benim bugünkü kafa halim* miydi ki?
* Alt-üst kafası